hafta içi, iş çıkışı, bütün gün adliyeydi duruşmaydı hakimdi dilekçeydi koşturduktan sonra aslında hiç de cazip gelmemişti başta müzikal tiyatroya gitmek, sevmediğimden değil ama les miserables'da şarkı söyleyen russel crowe'u gördükten sonra içimde müzikallere karşı bir antipati de oluşmaya başlamamış değildi hani.
bütün gün ya adı sidikli kasabası olan oyundan ne hayır gelir adı sidikli olan oyunda şarkı söyleye söyleye ne anlatacaklar diye kendi kendime söylendikten sonra madem biletler falan tamam hadi gidelim madem en kötü bu yorgunlukla uyurum diyordum ki, olanlar oldu.
sidikli kasabası senaryosuyla, oyuncularıyla, ışıklarıyla, müzikleriyle, enerjisiyle beni resmen utandırdı.
son zamanlarda izlediğim en başarılı müzikal oyundu diyebilirim.
kadro genç oyunculardan oluşmaktaydı ama performanslarıyla ustalara taş çıkardılar diyebilirim.
ben sinemaya gidince kamera hatası, tiyatroya gidince tirat hatası arayanlardanımdır biraz. hani eksik bulmak için değil de film seçerken oyuncusuna değil yönetmenine bakanlardan olduğumdan belki de. sidikli kasabası ise gerçekten zorlu bir müzikal olmasına karşın, ne tiratlarda ne müziklerde ne danslarda hiçbir eksik ya da hata gözüme çarpmadı, adeta muhteşem bir şov izlettiler bize.
sonradan öğrendiğim üzere oyuncuların tamamı konservatuardan arkadaşlarmış. aralarındaki eşsiz uyumun altında yatan da bu sanırım.
müzikalde özellikle dikkatimi çekenlere gelirsek;
Öncelikle, Memur Lockstock karakterini oynayan sonradan adının Doruk Şengün olduğunu öğrendiğim oyuncunun performansı müthişti. Diğer tüm oyuncuların kendilerini ve seslerini toparlayıp dinlendirmek için sahne aralarında fırsatları olmasına karşın Memur Lockstock'ın böyle bir fırsatı dahi olmaksızın iki perdede de enerjisi hiç düşmeden bütün oyunu götürmesi ayakta alkışlanmayı hak ediyordu.
Dilsiz Dolly karakterini canlandıran Beste Gümüş ise gerçekten rolünün hakkını verdi. O en dilsiz haliyle bize her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatabilmesi gerçekten şahaneydi :))
Bir de Efe Ünal'ın oynadığı gay Memur Barrel tiplemesi vardı ki oyunun gizli kahramanıydı diyebilirim.
Elbette orkestra ve ışık ekibinin de oyunun içine girmemizi o duyguları oyuncularla paylaşmamızda büyük katkıları olduğunu unutmamak gerek.
spoiler vermeden biraz da içeriğe girmek gerekirse oyun, temelde bir ülkenin su kıtlığından kaynaklı tuvalet sorununu dile getiriyor gibi görünse de aslında hukuk, kapitalizm, sosyal bilinç, popülizm, bürokrasi, politika, holdingleşme gibi konulara ince iğnelemelerle tatlı sert eleştiriler yapıyor.
işin içine kostümler müzikler danslar ve oyuncuların fevkalade performansları da eklenince size söyleyebileceğim tek şey mutlaka gidip izleyin. pişman olmayacaksınız.
Meraklandım. Gitmek istedim !
YanıtlaSil